Sayfalar

1 Mart 2015 Pazar

Hepimizin ailesinde bir Gülseren var..

Nurgül Yeşilçay Instyle dergisine oğlu Nejat’i nasıl yetiştirdiğini anlattı: “Erkek değil insan olmayı öğretiyorum. Sevmenin sahip olmak değil değer vermek olduğunu. Toplumun tersine taş fırın erkekliğinin kötü, kılıbıklığın iyi olduğunu öğretiyorum. Sorduğu her soruyu samimi, içten ve yalansız cevaplıyorum.”

‘Kadına sahip olmamalı değer vermeli’

Cannes’da kırmızı halıda yürüdü, Yaşamın Kıyısında filmiyle dünya çapında tanındı ve iyi bir oyuncu olmanın gereklerini hep yerine getirdi. Nurgül Yeşilçay bugünlerde Paramparça dizisindeki oyunculuğuyla yine performansının zirvesinde olan oyuncu, Instyle dergisinin sorularını yanıtladı.

Bu ara yoğun çalışıyorsunuz. Keyfiniz nasıl?

Çok sevdiğim bir işi yapıyorum. Yaşadığım ana odaklanıp, her anın tadını çıkartmaya çalışıyorum. İnsan geçmişin sıkıntıları ve geleceğin endişelerinden sıyrıldığında daha çok keyif alıyor. Ben hiçbir zaman hayat üstüme geliyor diye düşünmem. Hayat bu, tabii ki sıkıntısı olacak. Yani kimseye gül bahçesi vaat edilmemiş emin olun. Bunu bilip buna göre yaşamak lazım sadece.

Paramparça dizisiyle -klişe deyimle- ekrana dönüşünüz nefes kesti. Dizi hem çok övgü alıyor hem de iki kadının çatışması çok izleniyor. Gülseren karakteri kimseye boyun eğmediği için belki de çok sevildi. Siz nasıl buluyorsunuz Gülseren’i?

Candan, samimi, adaletli, emekçi, mağdur ve mağrur, ezilmiş, sevmiş ama sevilmemiş. Gülseren sevgiyi özlemiş bir kadın. Yıllarca kadınlıktan yoksun sadece kızının isteklerini karşılamak için namusuyla çalışmış çok güçlü bir anne. Kendisini feda ederek bütün hayatın yükünü omuzlamış, hor görülmüş, dışlanmış. Gülseren bütün kadınların simgesi.

Gülseren aynı zamanda sizin canlandırdığınız karakterler arasında en yalın ama bir o kadar da güçlü bir karakter. Nasıl bir çalışma yaptınız öncesinde?

Kimse karşılıksız bir şey yapmadığı için hep çok çalışmış, ürkek ve çok yalnız kalmış. Hepimizin ailesinde Gülseren var. Daha önceden iyi tanıdığım bir karakter olduğu için anlamakta ve oynamakta zorlanmadım.

‘Benim giydiğim marka olur’
Giyim tarzında da mütevazı bir kadın izliyoruz. Oysa Nurgül Yeşilçay ışıklı bir kadın. Siz stilinizi oluştururken nelere dikkat edersiniz?

O kadar az Nurgül oluyorum ki dizide. (gülüyor) Genelde setlerde olduğum için farklı karakterlerin stilleri benim stilimin önüne geçiyor. Günlük hayatta da herkes gibi o günkü durumuma göre giyiniyorum. Bir de bir şeyi çok sevince eskitene kadar giyiyorum.

Markalara karşı sadakatiniz var mıdır?

Ben giyersem marka olur zaten. (gülüyor) Sergio Rossi’nin ayakkabılarını, kışın Solomon giymeyi, Burberry’nin pardösülerini, Diana Von Furstenberg’in elbiselerini, Armani’nin sadeliğini, Dolce&Gabbana’yı, Marni ve Cloe’nin çantalarını, Cartier’in mücevherlerini, Chanel’in klasikliğini, değişken ruh halime göre seçiyorum. Evde pijama terlik.

Nurgül Yeşilçay’ın bir gala veya davet öncesinde alışveriş için uğrayacağı moda evi hangisi olur?

Davetlerde Türk tasarımcılarına öncelik veriyorum. Nedo Collection, Museum of Fine Clothing gibi... En son Başak Dizer ve Deniz Marşan’ın önerdiği ceketi giydim. Hakan Yıldırım, Zeynep Tosun, Ezra&Tuba, Raisa&Vanessa çok değer verdiğim modacılar.

‘OĞLUMA KADINA SAYGIYI ÖĞRETİYORUM’

Siz asla ‘annellik kozunu’ oynayan kadınlardan olmadınız. Nejat’la hayat nasıl?

Doğuştan şanslı olduğuna inandırılan erkek çocuklarımıza erkek değil insan olmayı öğretmemiz lazım her şeyden önce. Ben Nejat’a yeri geldikçe kadına saygıyı, sevmenin sahip olmak değil değer vermek olduğunu öğretmeye çalışıyorum. Öyle kuru kuruya sevmek de olmaz. Üzmemek için çaba harcayacaksın. Toplumun tersine taş fırın erkekliğinin kötü, kılıbıklığın ise iyi olduğunu öğretiyorum. Sürekli fikirlerini dinlerim, bol bol konuşuruz. Sorduğu her soruyu yalansız cevaplarım. Hiçbir zaman ‘saçımı süpürge ettim’ demem. Çünkü ben bu annelik sorumluluğunun farkındayım ve seviyorum. Onun kendi hayatı, benim kendi hayatım olduğunu, ihtiyaçlarını kendi çabasıyla karşılaması gerektiğini bilir. Bol bol karikatür kitabı okuruz, gezeriz. Vazgeçilmezimiz lego oynamak.

‘MÜZİKAL SEVMEMİN NEDENİ ÇOK DAHA MASALSI OLMASI'

Müzikal izlemeyi çok seviyorsunuz. En son hangi müzikali izlediniz?

Romeo ve Giulietta’ya gideceğim, heyecanla bekliyordum. Hele ki tanıtımını benim çok sevdiğim şu alıntıyla yapıyorlar, her seferinde içim gidiyor. “Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar, ölümleri olur zaferleri, öpüşürken yok olan ateşle barut gibi.” Müzikal sevmemin nedeni daha masalsı ve olanaklı olması. Sanırım artık gerçekçi sinema izlemekten çok sıkıldım. İhtişamlı, estetik, renkli, farklı şeyleri beğeniyorum. Sanat akımı olarak minimalizmden de haz etmedim hiçbir zaman. Sanatın kendisi gerçek değilken, sanatta gerçekliği ölümüne aramayı anlamıyorum.

Sizin Yeşilçam geleneğini Türkan Şoray’dan sonra devam ettireceğiniz konuşuluyor. Siz de onun gibi bir gün kendi filminizin yönetmenliğini yapmak ister misiniz?

Yönetmenlik yapmak gibi bir hevesim yok. Ama senaryo işine hevesim var.

Spor yapmaya vaktiniz oluyor mu?

Fırsat buldukça yürüyüş yapıyorum. Uykumu düzenli almaya dikkat ediyorum. Dizi olmadığı dönemlerde tenis oynuyorum. Zaman bulduğumda hemen trainer’imi arıyorum.

‘SEYİRCİNİN DİZİYİ İZLEMESİNE FIRSAT VERMEDEN KALKIYOR’

Batıl inançlarınız var mıdır?

Batıl inançlarım var tabii ki. Hıdırellez’de mutlaka dileğimi dilerim. Kurşun döktürürüm, bir şeyi ters giyersem işimin ters gideceğine inanırım.

Yeni bir filme veya diziye başlarken sadece sizin bildiğiniz ve uyguladığınız uğurunuz var mıdır?

Uğurum yok. Hiç bilmediğiniz özelliğimi anlatayım; çok sıkıldığımda ya da daraldığımda dekorasyon dergisi okurum veya dekorasyon mağazası dolaşır, kendime gelirim. Yani kafamı toparlamam için koltuk görmem, sandalyeye dokunmam gerekiyor. Avize seyretmem gerekiyor. Sonra işe koyulurum.

Yeni sezonda birçok iddialı yapım tutmadı ve yayından kaldırıldı. Bu neye yorumluyorsunuz?

Kanalların yayın politikalarının yanlış olduğunu düşünüyorum. Seyircinin bir diziyi beğenmesine, izlemesine fırsat vermeden yayından kaldırıyorlar. Böylece seyircinin güvenini kaybedip takip etme alışkanlıklarını yok ediyorlar. Sürelerin uzunluğu dizilerin uzun soluklu olmasını engelliyor.

Yazı: Bahar Kader
Fotoğraflar: Tamer Yılmaz
Styling: Hakan Öztürk
Röportajın devamını Instyle dergisinin Mart sayısında okuyabilirsiniz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder