23 Kasım 2014 Pazar

Nur Yerlitaş "Yolda yüzüme tükürenler oldu"

Radikal yazarı Armağan Çağlayan, yeni televizyon fenomeni Nur Yerlitaş ile çarpıcı bir röportaj yaptı. İşte Nurella'nın o açıklamaları..

İŞTE ARMAĞAN ÇAĞLAYAN'IN SORULARI VE NUR YERLİTAŞ'IN YANITLARI

Televizyonda sezonun en çok konuşulan programlarından 'Bu Tarz Benim' yarışmasının jüri üyelerinden modacı Nur Yerlitaş, Radikal'e konuştu: "Mesela benim caps'lerim çıktı. 24 saatte çok ünlü oldum. Birden bunaldım. Kendi kendime kapris yapar oldum. Bir de Bülent Ersoy'u düşünüyorum, Ajda Pekkan'ı..."

Eskiden starlara kıyafet dikerdin. Şimdi ise starlardan daha star oldun. Sence bu starları rahatsız edecek bir şey mi?

Sanmıyorum. Onlar büyük bir star ve üreticiler, benim ise sadece balon bir gündemim var.

Sen ilk defa televizyona çıkmıyorsun. Bu dördüncü öyle değil mi?

Evet. Bir dans yarışmasında jürilik yaptım, bir Yemekteyiz’de… Ve Show TV’de “Bugün Ne Giysem?” programını yaptım. “Bu Tarz Benim”, dördüncü oluyor.

Neden bu kadar büyük patlama dördüncü programla birlikte oldu? İlk defa burada mı gerçek Nur Yerlitaş’ı gördük?

Evet. Çünkü burası benim için içimdeki her şeyi masanın üzerine koyabileceğim bir platform oldu. Yani içimdeki bohçaları açtım ben. Çocukluğumdan bugüne renkli bir ailede büyüdüm. Hem geniş hem de arabesk, Doğu ve Arap kültürüyle yaşayan bir ailede büyüdüm. Çocuk yaşta hep dergilere ve artistlerin fotoğraflarına baktım. Dünyadaki prenseslere baktım. Mesela hep prenses Süreyya’yı hayal ettim. Her zaman ikon olan kişilere ve kişiliklere hayranlık duydum. İçimde artist bir kadın vardı. Hatta şarkıcı bir kadın vardı. Hem şarkıcı hem de çok iyi giyinen bir kadın. Ailemizdeki kadınlarla matinelere giderdik, bir de akşamları dayılarım götürürdü. Bense eve gelir hayal kurardım, bazen Neşe Karaböcek olurdum, bazen Behiye Aksoy’un mikrofonu tutuşuna özenirdim, Gönül Yazar’ın elini eteğini tutuşunu, yürümesini… Ben hep bunların hayalini kurardım. Ve seyrettiğim filmlerin etkisinde kalırdım. Türk sinemasını o kadar iyi takip ederdim ki… Bir matineye girerdik kuzenimle, ben 3 matine seyrederdim o filmi. 3 kere seyrederdim çünkü orada Türkan Şoray’ın ve Filiz Akın’ın elbiseleri, tüyleri, hep onları seyrederdim ben ve hayran olurdum. Hep bakımlı ve şık kadını sevdim ben. Çünkü benim annem de, yengem de çok bakımlı kadınlardı. Tuvaletleri vardı. Onlar gazinoya giderlerdi bense yengemin tuvaletini giyerdim. Yaşım 14 filan. Şimdi ise yeğenlerime bakıyorum benim gibi değiller. Olmasınlar da zaten. Aslında ben öyle doğmuşum fakat içime bastırmışım.

İçine star kaçmış!

Hem de ne star kaçmış! Neler kaçmamış ki içime. Ondan şişmişim böyle yani!

Geçen cumartesi söylediğin bir söz çok hoşuma gitti. ‘Ben bohçacıydım’ dedin.

Valiz ticaretine kibarca bohçacı diyorlar ve beni küçümsüyorlar. Evet, bohçacıyım.

Aslında ne kadar zeki olduğunu gösterdin. Beni oradan vuramazsınız demiş oldun. Bütün silahlarını da aldın ellerinden.

Ne kadar doğru bir tespit... İlk defa bunu sen söyledin bana ve kız kardeşim söyledi. Her şeyin yasak olduğu dönemde valiz ticareti yaptım ve evet bohçacıydım ve hala bohçacıyım.

Valiz ticareti yaparken butiğin vardı değil mi?

Evet, butiğim vardı. O dönemde ithalat yasaktı her gün baskınlar vardı. Ben de home office yapıyordum. Şişli’de evimin salonuna getirdiğim eşyaları asardım. Evlere servis yapardım, yollardım aklına kim geliyorsa. Düşünebiliyor musun 20 yaşındayım ve havaalanlarında yattığım oldu. Alitalia sürekli grevde ve korkuyorum kötü insanlar var etrafımda, ödüm kopuyor. Şimdi korkmam ama o zaman genç bir kızım. Ben nelerden geçtim. Havaalanında mimlendim, otobüslerle gittim. Fazla bilet alıyordum yanımı boş bırakırdım. Annem, kardeşlerim birisi de gelir hatta onlar uçakla dönerdi, ben de karayolundan dönerdim. Böyle bir süreçten geçtim ben. Ama o zaman da tam 20 yıl sonrasını hayal ediyordum.

Hep şöyle derdin o zaman, ‘Ben bir gün Türkiye’de sayılı modacılardan birisi olacağım’.

Ben Türkiye’de bir şey olacağım derdim de çok zor oldum. Benim annem, babam, teyzem, dayım bu işle ilgisi yoktu. Ben tek başıma yaptım. Hep tektim.

Ne iş yapardı baban?
Babam bir ilaç sanayinde görevliydi. Çok erken vefat etti.

Sanat dünyasıyla hiç alakası yok o zaman.

Hiç yok. Ailemin hiç yoktu. Ama dayılarımın o dönem sanatçı arkadaşları vardı. Tabii ki benim zevkim ve seçiciliğim çok beğenildi. Serpil Çakmaklı, Banu Alkan, Oya Aydoğan, Nazan Şoray o dönemler… Çorap bile yok. Bir model çorap çeşidi vardı, insanları olduğundan bir beden küçük gösteren. Bir kere bütün sanatçılar o çorabı alırlardı. Alan 200 tane, 100 tane alırdı. Nazan Şoray’lar sahnede hep onu giyerdi.

Bu yarışmada tarzı olan insanı seçeceksiniz ya. “Türkiye’nin tarzı olan kadını” kim sence?

Derin Mermerci, Özlem Önal ve Hande Ataizi... Hande Ataizi’yi özellikle çok beğenirim.

Bak bizim aklımızda moda ikonu olarak Hande Ataizi hiç yer etmemiş.

Ama müthiş bir tarzı vardır şov dünyasında.

Biz de tarzı olan kadın diye hep Süreyya Yalçın’ı bilirdik!

Süreyya Yalçın’ın rüküş bir tarzı vardır. Çok sevdiğim bir kızdır fakat hiçbir zaman bir şeyine özenmemişimdir. Yaşından çok büyük giyiniyor. Çok rüküş ve kombinleri çok yanlış. Benim için bir ikon değil.

Erkeklerden tarzını beğendiğin bir adam var mı? Geçen gün yarışmanın içine bir iki erkek dâhil olsa çok eğlenceli olmaz mı diye düşündüm.
Çok eğlenceli olur. Türkiye’de bir erkeğin tarzı olsa hemen metroseksüel, gay gibi giyiniyor diyorlar. Ama Avrupa’da öyle değil. Avrupa’daki erkeklere bayılıyorum. O renkli pantolonlar ne kadar güzel, hiç de abes durmuyor. Biz kabul edemedik daha…

Caps’lerini yapanlara kızdın mı?

Yok kızmadım. Çok enteresan İlber (Ortaylı) hocayı görmüştüm ben, ‘Çok sevdiğim, çok saydığım, tarihi cebinde taşıyan değerli bir hoca, kızmıştır şimdi’ demiştim. Arkadan benim başıma geldi. Ama Allah bana öyle bir surat vermiş ki her şeye uyum sağladı. Küçücük bebeğe de oldu, Obama’ya da… “Bu nasıl bir suratmış, bu nasıl bir bakışmış dedim.” Sende beni iyi tanırsın, benim öyle beğenmeme surat ifadem vardır. Bu bir çorba olsun, ayakkabı olsun, ‘Bugün hava ne kötü’ derim, suratımı öyle yaparım ben. İlk bana kız kardeşim çekimdeyken caps fotoğrafını attı, ben güldüm pek anlayamadım o an. Sonra milli takım maçı varmış ve beni Fatih Hoca’ya yapmışlar orada patladı tabii. Bir boşluğa düştüm ne oluyor diye, kıyamet kopuyor. Sonra ben de sayfama koydum. Çünkü bazı insanlar bana şöyle yazdı, ‘Çok üzülüyorum sizin adınıza. Size neden böyle şeyler yapıyorlar?’. Caps’i herkes bilmiyor, bunun önemini ve ne olduğunu. Tabii ki de ben bunu anlayacak bir durum ve bakış açısındayım. Caps ne kadar ünlü olduğunu gösterir ve çok önemlidir. Fakat bu benim çok önüme geçti. Televizyondaki işim de benim asıl mesleğimin önüne geçiyor. Ben bu durumdan etkilenirim de, çünkü burası benim her şeyim, benim mesleğim. Ben bu mesleği çok zor elde ettim. Caps’te 24 saatte çok ünlü oldum. Ama bu mesleğimde öyle değil. Merdivenleri yıllarca çok zor çıktım ve hala son basamakta değilim. Öyle görüyorum kendimi.

Son basamağın ne? Dünyada marka olmak mı?

Artık dünyada marka olmayı taşıyacak ruhum yok. Bu kadarı yeter ama başarıdan başarıya koşmayı seviyorum. Yaptığım elbiseyi hemen unuturum, başka bir şey yapmalıyım. Onun tesirinde kalmam ve daha daha dahasını isterim. Başardım demek, bittim demek ve ben başardığımı kabul etmiyorum. Ben hala son merdivende değilim ve en tehlikeli yer son merdivendir, orada durmak… Çekimde olduğum için bazen telefonları açamıyorum. Empati yapıyorum, karşı tarafın ‘Acaba hava mı yaptı, burnu mu kalktı da telefonları açmıyor’ dediklerini düşünüyorum ve böyle böyle kendimi ve ruhumu yıpratıyorum. Geçmişe ve anılara bağlı kalarak yaşamayı çok seviyorum.

Bana da hep ‘Elleri çok güzelmiş, acaba ellerinin güzelliğini göstermek için mi hep yüzüne götürüyor’ diye soruyorlar.

O destek almadır. Ebru da beni gördüğü zaman Popstar’da yapardı. Şarkıyı okurken, otururken elimdeki kartı tutmam, bunlar hep destek. Oradan destek alıyorum ben. Çocukken de böyleydim.

Bana öyle söyleyenlere ‘Ayakları da öyle güzel’ dedim.

Allah iyiliğini versin senin! Ben genç kızken Kumburgaz’da yazlıkta ablalar ellerimi alır bakarlardı. Oje sürerdim böyle sedefli. Severlerdi ellerimi. Ben de hiç anlamazdım el güzelliğinden. Bir gün baktım, Allah Allah hiç damar yokmuş, kadife gibiymiş. Ben hayatımda hiç krem sürmem. Alırım, sürmem. Hiçbir şey sürmem ve egzamam var. Nazara geldim!

Yeni mi oldu?

Annemin ölümünde hastanede yoğun bakımdayken başladı. Bir geçiyor, bir başlıyor. Şimdi ise nazar diyorum. Soruyorlar ellerinize ne yapıyorsunuz? Ben yıllarca bu ellerle yemek de yapmışımdır, elimi çok yıkarım. Makyaj yaparken de bir torba ıslak mendil harcanır bana.

Sen cumhurbaşkanılığı seçimleri sırasında Erdoğan’ın mitingine gittiğin ve bunu sosyal medyada paylaştığın ve pankart tuttuğun için çok eleştirildin. Bunu yaptın ve dedin ki: ‘Hiç pişman değilim ve yine olsa yine yaparım.’ Şu an da yapar mısın mesela?

Yine yaparım. Bana ihtiyaçları olsun yine giderim orada nöbet tutarım. Çünkü ben bir taraftayım ama öbür tarafa da saygısızlığım yok. Mesela Fenerbahçeliyim ama Galatasaray’a da lanet yağdırmam. Hak ettiği zaman aferin derim ama Fenerbahçeliyim. Ben de Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kere hayranıyım lider olarak. Liderlik vasfına hayranım. Bir kere güzel bir aile... Çok şeyler yazdılar, çizdiler menfaat dediler. Menfaate gelince de Halep orada arşın burada. Benim bulunduğum konumumda onlardan isteyebileceğim hiçbir şey yok! Kime ne! Çünkü ben onları tutarken, ben onları alkışlarken diğer taraflara hiçbir saygısızlığım, hiçbir hakaretim yok. Sadece bu benim durduğum yer. Ben elimi taşın altına koymayı çok seviyorum. Ben zoru seviyorum. Seviyorum ve seveceğim de.

Emine hanımın kıyafetlerini sen mi yapıyorsun?
Kesinlikle hayır. Emine Hanım’a sanırım 3-4 yıl önce birkaç tane hazırlamıştım. Kesinlikle yok, ne zaman teşrif ederse de keyifle yaparım ama ne yazık ki öyle bir şey yok. Sadece kendisini ve ailesini seviyorum. Onların tarafındayım. Seveceğim de ömür boyu, son nefesime kadar.

Sanatçılarla anlaşmak zor mu? Bazen kaçıp gidesin gelmiyor mu?

Zor. Çünkü çalıştıklarım star. Ve bazen kaçmak geliyor içimden. Zaten benim bu jüride diyorlar ya ‘Bu kadın ne?’ İşte ben zaman zaman bazı şeyleri içime kinle attım, bazılarını sevinçle attım, bazısını nefretle biriktirdim içimde. Herhalde onların acısını çıkarıyorum. Beni çok mutlu ettikleri zamanlar da oldu, beni çok üzdükleri zamanlar da oldu. Hepsine birer birer teşekkür ediyorum. Benimde onlara büyük katkılarım oldu, onlarında bana büyük katkıları oldu. Birbirimize faydalarımız oldu. Teşekkür ediyorum.

Türkiye’de dikilen elbiseleri en iyi kim taşıyor?

Ajda Pekkan. Onun üstü yok. Bir daha da gelmeyecek onun gibi biri.

Ben Bülent Ersoy’un da kendi tarzında çok iyi elbise taşıdığını düşünüyorum.

Bülent Ersoy kendi tarzında muhteşem bir şey… Ona alelade dikilmiş şeyleri bile ne yapsın giyiniyor. Her gün her dakika yetişmiyor çünkü ona kıyafet. Aslında haute-couture bir kadındır Bülent Ersoy. Ve onun taşıdığı elbiseyi başka hiç kimse taşıyamaz. Benim de bir tarzım vardır. Biliyorsun ben de kilolu bir kadınım. Ama hiçbir zaman tarzımı bozmuş muyum? Ucuz jarse bir elbise giyerim, üstüne bir şal alırım küpe takarım.. Fobiju kadınıyım ben, çok mücevher sevmem.

Fobiju ne demek?

Fobiju, bijuteri demek. Fobiju kadınıyım ben. Onlarla şıklaşıyorum. Benim çantam çok önemli. O elimdeki çanta çok ünlü bir marka olabilir. Ya da ‘no name’ bir şey olabilir. Toptancıdan da alabilirim ama tarzdır. Yani kendi tarzım vardır benim.

Bülent Hanım bize kızar, küser. Hepimize aslında.

Tabi, tabi… Hepimiz ona bir küseriz ya da o bize küser. Ben empati yapmayı öğrendim hayatta. Ben önceden çok fazla empati yapmıyordum. Herhalde tecrübelerim çoğaldıkça, yaş aldıkça daha empati yaparak düşünüyorum. Mesela benim caps’lerim çıktı. Televizyonda da öne çıktım. Birden bunaldım. Kendi kendime kapris yapar oldum. Bir de Bülent Ersoy’u düşünüyorum, Ajda Pekkan’ı… Bunlar yıllarını vermişler televizyon yokken. Neler yaşamışlar ve bugüne gelmişler. Onun için onların kaprislerini, özellikle Bülent Ersoy’unkileri saygıyla karşılıyorum.

Şimdi onu anladım diyorsunuz?

Aynen, şimdi anladım. Yani ben düşün ki bunaldım. Onlar nasıl tahammül etmişler. Varlık içinde nasıl yokluklar, acılar çekmişler yani. Onun için artık Bülent Ersoy’a “Bıktım kaprisinden” demiyorum, demeyeceğim. Tövbe.

Bunu duyunca çok sevinecek.

Çok sevinecek. O kimsenin evine gitmez biliyorsun. Evine kimseyi de kabul etmez. Kabul etmez, çünkü o servis işlerini sevmez pek. Başköşede yeri vardır yıllardır. Benim tarzım ona hitap eder. Bayılır. Başımın üstündedir. Yatak odamı veriyorum ona. 6 ay kalsın bende. Dikiş yüzünden bir kere kavga ettik. Benim ayağım sakattır ama nasıl oldu bilmem bir güçle çektim gittim atölyeden. Bıraktım onu yalın ayak gittim. İki gün dargın kaldık. Daha sonra çok güldük bu halime.

Bana çok sorulan bir şeyi soracağım. Bana hep “Çok mu yemek yer” diye soruyorlar.

Çok az az yerim. Obur değilim. Mesela benim tatlıyla aram hiç yoktur. Çikolata yemem. Hayret ederler. Ama enteresan şeylerim vardır. İtalyan yemeklerini çok severim. Tencere yemeklerini severim. Yaprak dolması gibi… Benim evimde her gün küçük tencere yemekleri pişer. Küçücüktür tencerelerim. Anneden kalma alışkanlıktır, illa yemek pişecek evde. Yani bekar gibi yaşamıyorum hayatı! Ben genç yaşta kortizon tedavisi olduğum için oradan yerleşmiş bir kilo var. Dizimde üç tane ameliyatım var. Çok fazla yürüyemiyorum ben. Hareket etmeyi de çok sevmem. Hep korkarak yürüyorum. Düz ayakkabı giyiyorum. Topuklu giyemiyorum. Yerleşmiş bir kilo var. Tabi bu benim elimde olan bir şey. Aslında 6 ay kendimi sıksam verebilirim biraz.

Ahmet Çakar sana ‘televizyon hayvanı’ dediğinde kızdın mı?

Kızmış olsam onun suratına telefonu kapatır, iki tane de ağır laf söylerdim. Sanki hapse gireceğim. Öyle bir şey söylerdim ki… Kızmadım ama söylediği şeyin algısı zayıf bizim ülkede. Aslında İngilizlerin bir terimi var. Yani bu terimi İngilizler çok kullanırmış. “Siz hastasınız, yakında hastalanacaksınız” demesine kızdım. Hani sanki bir falcıya gitmişim gibi. Ben fal da baktırmam hayatımda. Çünkü etkilenirim. Sinirimi bozar. Gene de bana böyle bir şeyi demesini gereksiz buldum.

Hastasınız ne demek? Öyle mi dedi?

“Siz dikkat edin sizde bir hastalık çıkacak” dedi.

Falcı mı ki Ahmet Çakar?

Aynen ben de bunu merak ettim. Bir tek ona bozuldum. Gerek yoktu yani. Ben zaten titiz, takıntılı bir kadınım. Bence o mesleği bırakıp falcılık yapsın Ahmet Çakar.

Bu reklam haberleri doğru mu?

Birçok yerden teklif alıyorum, görüşüyorum. Ben hemen reklam filmi geldi diye de atlamam. Bir kere ürünü sevmeliyim. Ben de öyle bir kadınım. Bana yakışacak bir şey olmalı. Arkadaşlarımın kimisi de diyor ki, “Saçmalama, ürün ne olursa olsun teklifi kabul et.” Bilmiyorum kısmet yani. Hayırlıysa olsun, hayırsızsa olmasın.

Siyaset dünyasında çok şık kadın var mı? Türkiye’deki siyasiler çok sıkıcı giyiniyorlar bence. Sence mesela siyaset yapan bir kadın pembe tayyör giyemez mi?

Tabi ki giyilir ama işte o bir tarzdır. Öyle bir pembe giyilir ki çok tarz olması lazım. Ama öyle bir saç yapmıştır, ayakkabı giyinmiştir berbat etmiştir. Mecliste şık kadın yok. Hiçbir zaman olmadı.

Zamanında Tansu Çiller biraz böyle renkli giyiniyordu sanki.

Tansu Çiller’in evet ceket modelleri vardı. Güzeldi, çünkü Avrupai bir havası vardı onun. Alaturka bir havası yoktu. Ben onu beğenirdim. Ama onun da ceketlerinden sıkılmıştım.

Ama meclisteki bütün kadın milletvekilleri sıkıcı giyiniyor.

Hep öyle ki dünden bugüne...

Size hiç geldi mi milletvekili falan. Beni siz giydirin demek için.

Yok, hayır gelmedi.

Gelse seve seve yapar mısın?

Yapmam.

Neden?

Yani ben artık iş yapmam. Sıkıcı gelir. Riskli şeyleri istemiyorum.

Riskli mi sence bir milletvekili giydirmek?

Ben ruhumla giydiremem onu. Başörtüyle de hiç alakası yok. Benim çok başörtülü müşterilerim vardır. Ama o kadar güzel, o kadar modern giyiniyorlar ki. Ben bile hayranım yani. Ben tesettürü de çok sınıflara ayırıyorum.

Ne gibi?

Mesela göze batmadan tesettür giyinenler var. Çok hoşuma gidiyor. Çok pastel renkler. Çantası, pabucu, pardesüsü, başörtüsü o kadar uyumlu olan öyle insanlar görüyorum ki. Bir de bir tesettürler var benim hoşlanmadığım. Tırnaklarında ojeleri, ayağında takunyalar, takozlar, parmakları dışarıda. Tişörtünden iç çamaşırı belli oluyor ama kafasında başörtü var. Ben bunu kabul etmiyorum. Hatta nefretle bakıyorum. Benim tesettür, kapalılık anlayışım böyle değil. Tabi ki hafif bir sürmesini çeker. Belki hafif bir parlatıcısını sürer ama o makyajlar ne, o boyalar ne? Ben inanamıyorum yani. Vücut hatlarına göre neler giyiniyorlar? Yolda görüyorum ben. Dapdaracık pantolon tayt giymiş. O başörtü takmış ben kabul etmiyorum. Tayt giyinip tesettür olmaz. Benim halalarım, anneannem kapalı insanlardı. Ama ben bu tarz tesettürleri sokakta görmek istemiyorum.

O kadar yani.

Namaz kılan insan eline oje sürer mi? Abdest vardır yani. Kırmızı rujlarla, ojelerle nedir yani o tesettür? Ben kabul etmiyorum. Ben böyle tesettürü istemiyorum.

İvana’nın giyim tarzını beğeniyor musun?

İvana hoş bir kadın. Çok hoş bir kadın... Onun kendine göre bir tarzı var. Beğeniyorum. Onun adı İvana Steletto.

Her kadının taşıyamayacağı abartılı şeyler giyiniyor aslında.

Ama hiçbir zaman avam durmuyor.

Taşıyor da ondan.

Taşıyor çünkü onun bir avantajı var. O beyaz bir ırktan geliyor. Sarışın, kumral bir ırktan geliyor. Balkanlardan. O ırk, çok doğru giyinirse çok şık oluyorlar. İvana da doğru giyiniyor. Yani ırkının avantajı var, beyaz tenli. Arabesk değil. Ama ne sarışınlar var ne rüküş giyinen. İvana dersini iyi çalışıyor. Moda ile ilgili şeyleri çok iyi takip ediyor. Dünya modasını takip ediyor. Bir tarzı var, ben beğeniyorum. Yanında otururken bana diyorlar ki, “İvana ile yan yana…” Tabi ki otururum. Neden oturmayayım.

Niye öyle diyorlar anlamadım?

İki zıt kadın anlamında söyleniyor.

Sen daha alaturkasın…

Ben daha alaturkayım. Ben daha kiloluyum. O zayıf. O benden çok genç. Ama keşke İvana gibi beş kadın daha yanımda otursa. Ben başkayım yani.

Nasıl bir kendine güven var sende.
Kendime güvenim çok büyük. Bu da benim tarzım. Benim siyah saçlarım, kirpiklerim, porselen yüzüm, porselen makyajım. Ben böyle biriyim.

Bence bizim televizyonda seyrettiğimiz de o özgüven aslında.

10 tane daha kadın olsun İvana gibi. Ben dururum.

Ve diyorsun ki hepsini donumda sallarım!

Ama Türkan Şoray’la oturmam.

Niye?

Çok hayranıyım. Çok büyük hayranı olduğum için oturamam. Heyecanlanırım yapamam. Onun önüne nasıl geçilir? Geçemem ki. O gücü bulamam kendimde. Onun yanında özgüvenim olamaz!

Şahsi merak ettiğim bir soru soracağım. Yarışmada yarışmacıları elerken neden kişiliğine bu kadar önem veriyorsunuz? Yani sonuçta bu bir tarz yarışması…

Beni etkiliyor. Ben diyorum ki bu karakterde, bu davranıştaki bir insanın nasıl tarzı olur? Tarz olmak bir bütündür diye düşünüyorum. Oturması, kalkması, el hareketi, bakışı… Ben oradan bakıyorum. Gusto çok önemli… Davranış biçimi çok önemli… Bizim orada çekimler çok uzun sürüyor. Ben çok çabuk irite olabilen bir kadınım. Yani vücut dili de benim için çok önemlidir. Mesela kıza diyorum ki “Bu olmamış”. Hemen suratını asıyor, bakışı, kaşı, vücudunun dilinden anlıyorum ki bana kızıyor orada. Ama bir de biri var “Ya öyle mi” diyor, gülüyor, teşekkür ediyor ve gidiyor. Yani ben bunu örnek gösteriyorum. Vücut dili çok önemli… O şıklık, tarz bir bütündür.

En çok sevdiğin caps hangisi oldu?

Titanik.

En komiği oydu cidden.

Çünkü o filmde, o sahneden çok etkilenmiştim. Çok aşıktılar. O güvertede öyle bir uçmuşlardı ki. O sahneden çok etkilenmiştim. Zaten filmden çok etkilenmiştim. Oraya çok yakıştım. O tip bendim, uçuyordum sonsuzluğa.

Bu Cumhurbaşkanlığı mitingine gittikten sonra abuk sabuk yolda laf eden, tepki gösteren insan oldu mu?

Tabi oldu. Suratıma tüküren bile oldu.

Yok artık, hakikaten mi?

Ben de öpücük verdim karşılığında. Sosyal medyada çok üstüme geldiler. Twitter ve Instagram’da... Oralar benim için hiç ölçü değil. Eğer orası bir ölçü olsaydı bugün Cumhurbaşkanımız evinde otururdu. Ya da bu ülkeden gitmiş olurdu. Başkaları da onun yerine geçmiş olurdu. Ekmeleddin Bey Cumhurbaşkanı olurdu. Onun için Instagram’da, Twitter’da yazılanlar benim için hiç ölçü değil. Bana iyi şeyleri yazan, iyi dilekleri yazanlara zaman zaman çiçek yolluyorum. Teşekkür ediyorum. Ama o kötü yazanlar benim sinirlerimi bozmuyorlar. Çünkü ben onları tanımıyorum. Onlar hangi cehennemden yazıyor ben bilmiyorum.

Hiç sinirlenmiyor musun?

Kim ki o? Hangi kömürlükten yazıyor? Sinirlenmiyorum.

Nerede tükürdüler senin yüzüne peki?

Beşiktaş’ta.

Ne ayıp ama…

Ben arabadaydım onlar yürüyordu. Ben de öpücük gönderdim onlara. Çok ayıp ama... İşte ben dedim ya, ben bir taraftayım. Bir tarafı tutuyorum. Ama öbür tarafa karşı saygısızlık yapmıyorum.

En önemli şey de bu. Sen bir tarafı tuttun ve doğru yerde olduğunu düşünüyorsun, gelip tükürünce mahvetti.

Benim CHP’de Gürsel Tekin bey çok sevdiğim bir dostumdur, ailesi ve kendisi. Ama o CHP’lidir. Çok severim kendisini. Kötü günümde
beni arar. Bende önemli bir günde kendisini, ailesini ararım.

ARMAĞAN ÇAĞLAYAN / RADİKAL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bunlarda İlginizi Çekebilir