“Gönül İşleri” dizisine giren Gonca Vuslateri: “Arkadaşlarım ‘Gonca o kadar enerjik, o kadar yetenekli, o kadar neşeli bir kız ki... Ama işte ne yapıp ediyor yine kendini üzmeyi başarıyor’ derler. Oturur, dünyanın bir ucunda olan bir şeye üzülürüm”
onca Vuslateri televizyon izleyicisinin bayıldığı isimlerden. Şimdi de “Gönül İşleri” dizisinin kadrosuna dahil oldu. Bu vesileyle bir araya geldik. Yeşil tulumu, kırmızı ruju, çizgili tişört giyen köpeği Plüto ile harika görünüyordu. Tam sohbete başlayacakken Vuslateri dalıp gitti. Sonra anladım ki çalan şarkıya takılmış, Muse’dan “Unintended”. “Çok sevdiğim, çocukluk arkadaşım Aslı vefat etti, bizim şarkımızdı bu. Senelerdir hiçbir yerde çalmaz... Şoke oldum, Aslı bir melek gibi bir anda geldi şu an. Meleklere çok dua ediyordum bu aralar, böyle haber verdi demek ki” diye anlatınca ben diziyi bırakıp bu meselelere dalıyorum...
Dilekleriniz kabul olacak yani...
Bugün gökyüzüne bakıp isteme günü biliyor musun evrende? Sadece yukarı bakıp sesli söyleyeceksin. “Bir araba almak istiyorum ve öyle de oldu” diyeceksin. Bu kadar... Zaten olmuş gibi imgelememiz lazım isterken çünkü.
Olumlama denen şey mi bu? Böyle şeylere var mı ilginiz?
Evet. Bu tarz olumlamaların da özellikle şehir hayatında yaşayan insanların gündelik motivasyonlarına çok katkısı olduğunu düşünüyorum. Bu bir Oyun gibi. Anadolu’da el işleri yapan kadınların zihni boşaltma teknikleri gibi... Şehirde yaşayan insanların bir çeşit bilinci boşaltma yöntemi.
Dileğimiz gerçekleşmese bile bunu söylemek iyi mi geliyor?
Hayatın tadını çıkarmaktan çok yaşamaya çalışıyoruz. Yaşamanın tadını çıkarmak lazım. Ben de küçük oyunlar yapıyorum. Dolunay zamanı mesela kendimde memnun olmadığım şeyleri kağıda yazıp yakıyorum. Külleri denize üfleyerek rahatlıyorum. Bu deliliği kimse bilmedikten sonra sıkıntı yok...
Şimdi gazeteye yazacağız ama... Peki siz göğe bakıp dilek dilediniz mi?
Merkür retrosu düzelsin, her şey yoluna girsin diye ben de kendimle ilgili ufak dilekler diledim tabii.
İzler miydiniz “Gönül İşleri”ni?
Tabii ki. Çünkü yönetmeni Türkan Derya’yı çok seviyorum. Onun yaptığı bütün işlerde her zaman bir sürükleyicilik oluyor. Sinem (Kobal) çok yakın arkadaşım, “Küçük Sırlar”dan beri bütün işlerini seyrediyorum. Birlikte izliyoruz diziyi. Bir ders gibi üzerine konuşuruz.
İlk bölümü de beraber seyrettik.
Şu anda sevinçten uçacağımız bir tesadüf gelişmiş oldu.
“Gönül işlerinde diktatör olmamak gerekir”
Nasıl karakter sizin canlandırdığınız Kader?
Sürpriz bir gelişi var aslında. Bedir’in nişanlısı olarak gelecek diziye. Avrupa’ya okumaya gitmiş bir aşiretin kızı. Bedir’le Sevda ilişkisi farklı yerlere gidecek bir süre bu kızın varlığıyla. Hikaye nereye doğru gidecek birlikte bakıp göreceğiz.
“Gönül işleri” meselesi binlerce diziye, filme, tiyatroya konu olmuştur. Belli ki karışık meseleler ve içinden çıkamayıp sanattan yardım alıyoruz...
Ben büyüdükçe bu konularda daha sabit fikirli oldum. Pek fazla duygum yok; o gençlik aşkı, gençlik dinamizmini birazcık kendi isteğimle baltalamış durumdayım. Hayatta gönül işlerinden çok daha karmaşık şeyler olduğuna inanıyorum. İnsan bir şeyi gönülden seviyorsa sevdiği şeye şekil vermeye, eğitmeye çalışır. Ama aslında sizin de kendinizi ona göre eğitmeniz gerekiyordur. O eğitim meselesinde diktatör olmaya çalışırsanız karışıklıklar başlar. O anlamda gönül işlerinde diktatör ve otoriter olmamak gerekir.
Zamanla bunun farkına vardınız herhalde siz de, bir olgunluk geldi...
Benim çabuk olgunlaşmamda bir tezatlık yok aslında. Çok konuşan, çok çabuk sinirlenen, çok çabuk üzülen, çok çabuk sevinen bir kadınım. Ama büyük şeyler karşısında da tuhaf bir dirayetim var. Büyük hatalar yaptığımda tuhaf bir ebeveyn yaşıyor kalbimde. O yüzden kısa sürede çabuk olgunlaşıyorum. Ama teknik anlamda erken yaşlanıyorum.
“Calvino ile röportaj yapmak isterdim”
Rıza Kocaoğlu ile yaptığınız röportajınızı okudum.
Beğendin mi?
Bayıldım! Daha önce de Milliyet Pazar’ın “Sofrada Baş Başa” sayfalarında Mehmet Erdem’e gerçek bir muhabir gibi ne güzel sorular sormuşsunuz...
Çok heyecanlanıyorum böyle şeyler duyunca. Bana birkaç tane iş bulur musun? Muhabirlik yapayım!
Çok güzel olur. Gelin Milliyet hafta sonu eklerine. Kiminle röportaj yapmak isterdiniz?
Bayağı uçabiliyor muyuz? Diyelim ki ben çok iyi bir röportajcıyım, olmuşum yani. Italo Calvino ile yapmak isterdim. Krishnamurti ile ilişki konuşmak isterdim. “İlişki aslında üç kişidir çünkü fikirler var oldukça asla iki kişi yalnız başına kalamaz” der. Bir de Âşık Veysel’le...
Dergilere de yazıyorsunuz şimdi...
8 yaşından beri günlük yazıyorum. Benim zaten kalemim var. Manyak dergisine yazıyorum iki aydır, Madam Mora nickname’i ile. Çok beğenildi ikinci yazım da. Heyecanlandım, çok hoşuma gitti.
“Evde kendime şakalar yaparım”
Hüzünlü kadın imajınızın yanında çok da komiksiniz aslında...
Evde tek başıma kendime bile şakalar yaparım. “Çok komik oldu, keşke biri olsaydı, ona da söyleseydim” derim kendi kendime. Artık Twitter’lara, Facebook’lara yöneliyoruz. Eskiden öyle bir şey yoktu. Eskiden söylenme vardı. Şimdi kocasına sinirlenen internete girip özlü söz paylaşıyor. “Çok kızgınım ama bakın nasıl da bilgeyim”...
Neler yaparsınız iş dışında?
Pilatese gidiyorum, koşuyorum. Bir deri bir kemik kaldım ama bir yandan da güçleniyorum..
Evet ne kadar miniciksiniz...
48 kiloyum, 1.63 boyum. İki saatte bir yemek yiyorum aslında. Gidip bir test yaptıracağım, şimdi çıktı ya yeni testler, “patates beni seviyor mu” diye. Ama nasıl yediğime inanamazsın, kahvaltıda bir ekmek yerim. Ailece zayıfız ama. Pilates aslında tamamen oyunculukla ilgili kondisyon için. Vasfiye teyzede kamburu oynadığım için sonrasında sağ omzum biraz düşük duruyor. sporkoçum da bunu anladıktan sonra ona göre program çıkardı. Pazar günleri akşam koşusu yapıyoruz. Ben artık gezmeci değilim, daha evci oldum, o yüzden bunlar hoşuma gidiyor. Beni gece 1’de de Maçka Parkı’nda koşarken görebilirsiniz.
“Tek zenginliğim arkadaşlarım”
Arkadaşlarınız bayılıyor size...
Beni genelde bütün arkadaşlarım sağolsun çok severler. Hep de şöyle derler “Gonca o kadar enerjik, o kadar yetenekli, o kadar neşeli bir kız ki... Ama işte ne yapıp ediyor yine kendini üzmeyi başarıyor”. Benimle ilgili söyledikleri en olumsuz şey bu.
Neye üzülüyorsunuz bu kadar?
Aman oraları hiç sorma da... Otururum, dünyanın bir ucunda olan bir şeye üzülürüm. Ama ben insanları çok seviyorum.
Karşılığını da alıyorsunuz...
Herkes verir ki karşılığını, koşulsuz seviyorum. Bir de çok kaliteli insanlar var etrafımda. Mehmet Erdem, Rıza Kocaoğlu... Ya da Gülse (Birsel), Sertab (Erener)... Daima öğrenecek bir şeyim var onlardan. Onların karşısında dünyanın en cahil insanı olabilirim hiç korkmadan. Sohbet anlayışım hiçbir zaman “Ali öyle demiş, Ayşe böyle” demiş üzerine kurulu değil. Benim bir tek zenginliğim var; arkadaşlarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder