- Filmde anlatılan ‘Çiçek’in hikâyesi benim Ankara’da doğup, Antalya, ardından İstanbul’a geliş macerama benziyor. Bu şehirlerin hepsi bana farklı şeyler kattı. Birini seçmem gerekirse; “İstanbul” derim. Burayı gördükten sonra başka bir yerde yaşayamayacağımı düşündüm. Evet, kaos ve hareket hâkim... İlk başlarda bizim için çok korkutucuydu. Sürekli bir çarkın içinde koşturuyorsun ama durmak istediğin zaman da böyle bir deniz başka yerde yok. Bütün bu süreçlerde bir sürü evreden geçtim. Kırılma anlarım oldu.
O zaman herkesin bildiği ‘şöhretli ve mutlu kadın Serenay’dan öncesine dönelim... Sizi büyülediği kadar korkutan bu koca şehre genç yaşta neden geldiniz?
- Antalya’da yaşarken 18 yaş altındakilerin katılabileceği bir güzellik yarışmasına girdim Çek Cumhuriyeti’nde. Ve kazandım. Ama o iş orada kaldı. Okuldayken Sinan Çetin, Antalya’da bir film çekiyordu. Yolculuğum o sete girmemle birlikte başladı aslında. Sanki bu iş olmadan bir daha mutlu olamazmışım gibi... Eğer farkına varabilirsek, bu gibi mesajların hayatta hep var olduğuna inanıyorum. Ben o mesajı aldım. Çekimin ardından beni İstanbul’a davet ettiler. Bir hafta içinde karar verdik. Ve annemle ben, ‘iki kız’ İstanbul’a geldik.
İki kadın ayakta durmak zor muydu?
- Tabii. Önümüz tamamen belirsizdi. Hiç bilmediğimiz bir sektör... Koca şehir... Benimle aynı hayallere sahip yüzlerce kız... Ürkütücü ve imkânsız geliyordu. Kendimi hiçbir zaman tam güvende hissedemedim. Ama kafaya koymuştum. Hep daha iyisi olmaya çalıştığım için 16 yaşımdan itibaren çok mücadele ettim.
Maddi zorluklar yaşadığınız, umutsuzluğa kapıldığınız oldu mu?
- Ohooo ! Antalya küçük şehir. Oradan İstanbul’a gelip yeni bir dünya inşa etmek istiyorsun. İstanbul ateş pahası... Uzun süre hiçbir işim yoktu. Annem de çalışmıyordu. Ama biz pozitif tarafa odaklandık, sabrettik. İyi şeylerle karşılaşabileceğimize inandık ve bu karmaşanın içinden tertemiz bu yüzden çıktık.
Sizin kahramanınız anneniz mi?
- Kesinlikle. İnanç, bir insanın hayatında çok şeyi değiştirebilir. Annem bana hep inandı. Umudumu en kaybettiğim, dayanacak gücüm kalmadığını hissettiğimde bile... Çok fedakârlık yaptı, kendini unuttu. Daha yeni yeni kendi hayatını kurmaya başladı.
Bu yaşadıklarınız nasıl bir kadın yarattı?
- E, çabuk olgunlaştırdı. Ayaklarım üzerinde tek başıma sapasağlam durabiliyorum artık. Tabii yoruldum da. Bazen “Bu kadar kasmalı mıydım?” diye düşündüğüm oluyor. Ama olduğum yeri ve kişiyi o kadar çok seviyorum ki oyunculuk yapmasaymışım hayatımda tamamlandığımı hissedemezmişim.
Peki bütün bunlar yaşanırken babanız neredeydi?
- Çok küçük yaştayken ayrıldılar. Ama hep görüştük. Ankara’da yaşıyor. Her hafta da konuşuruz.
Hikâyeniz film olsa... Türü ne olurdu?
- Umut veren bir film olurdu. İnsanlar izledikten sonra “Ben de yapabilirim, başarabilirim” diye düşünsün isterdim.
Hayatta nelerle derdiniz var?
- Ben rahatsız bir mükemmeliyetçiyim. Karşı tarafa bir şey söylemeye gerek bırakmayacak şekilde işimi mükemmel yapmak isterim. Ama hayatın diğer alanlarında evrenin matematiğine güveniyorum.
10 yıldır oyuncusunuz. Biraz anlatsanıza nasıldır bu sektör?
- Yaptığımız iş ne kadar kolay, renkli görünse de öyle değil. Mücadele hiç bitmiyor. Herkes birbiriyle yarış halinde.
Filmin ana sözlerinden biri; “Eğer yaşayacağın hayatı daha doğmadan görseydin yine de dünyaya gelmek ister miydin?” Bu anlattıklarınızdan sonra siz ister miydiniz?
- Aynı hayatı yaşamayı bin kere isterdim. Hayatımda hiçbir şeyi değiştirmek istemezdim.
Şöhretle hayatta neler değişiyor? Lüks evler, arabalar...
- Kazancınla doğru orantılı hayatın da büyüyor tabii. Ama ben olabildiğince mütevazı yaşadığıma inanıyorum. Bir de işin şöhretinde değilim. Oyunculukla kafayı bozup en iyi olmayı hedeflediğim için sonrasında gelen popülerlik işin sadece artısı.
Küçük yaştan itibaren tanınırlık, magazin manşetleri... Başa çıkmak için psikolojik destek aldınız mı?
- Evet, uzun süredir. Her sağlıklı insanın da bunu yapması gerektiğine inanıyorum. Oyunculuk sizi gerçek dünyadan koparan bir şey. Örneğin iki sene boyunca, her gün, gününün yüzde sekseni sette geçiyor, bir karakteri canlandırıyor ve onun gibi düşünmeye, yaşamaya başlıyorsunuz. Bazen insan gerçeklik algısını kaybediyor.
Tamam çok çalışmak bir yana ama hiç düşündünüz mü yüzlerce kız içinden sizin sıyrılmanızın sırrı neydi?
- Şans büyük etken tabii. Ben de çok şanslı olduğuma inanırım. Ama asıl faktörün sabır olduğunu düşünüyorum.
Peki güzellik?
- İlk anda karşı taraf için bir etken olabilir. Ama benim için hiçbir zaman güzellik ana kriter olmadı. Aksine hep başka şeylerle ve daha çok çalışarak kendimi ispatlamaya çalıştım.
Ben karşımda güzel ve yıldızı parlayan bir kadın görüyorum. Siz kendinize dışarıdan bakınca ne görüyorsunuz?
Mutlu bir insan. Hayattan keyif alan, hayatın tadını çıkaran biri... Zıpır zıpırım. Hiç yerimde duramam. Evde kendi kendime dans ederim. Çabuk kızamam, küsemem. Küstüğümü bile unuturum. Çok güzel arkadaşlarım var ama yalnızlığıma da ayrı düşkünüm. Evde mutlaka plağım açıktır ve okumaya hazır bir kitabım vardır.
Kimine göre seksi, kimine göre masumsunuz. Sizce?
- İkisi de var herhalde. Bende o kavramların anlamları hep başka. Bir kadına seksi denmesi için çok güzel bir vücudu ya da şuh bakışları olması gerekmiyor. Özgüvenli, kendini eksiğiyle artısıyla kabul etmiş, kendiyle barışık bir kadın daha seksidir bana sorarsan. Benim seksi olduğumun düşünülmesi de bu özgüvenden geliyor sanırım.
Şiddetin artma sebebi teknoloji
Türkiye’de kadının durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Erkek egemen bir ülkede yaşıyoruz ama bu demek değil ki günümüz kadınları güçsüz. Aksine son dönemde kadınlar harika işler başarıyorlar. Mesela geçen gün kadın girişimciler gecesinde kendi köyünde tiyatro kuran ve oyun yazan Ümmiye Koçak ödül aldı. Evet ama madalyonun öbür yüzünde şort giydiği için saldırıya uğrayan kadın haberleri de okuyoruz...
- Açıklaması bile olmayan bir şey.Söyleyecek bir şey yok!
Şiddetin artmasını neye bağlıyorsunuz?
- Teknolojinin çok süratli ilerlemesine.
Neden?
- Sosyal medya, telefonlar, bilgisayarlar, hayatımızı o kadar hızlı değiştirdi ki. Gerçek olmayan bir dünyanın içinde yaşamaya başladık. İnsanlar karşısındakinin duygularını artık hissedemediği, belki önemsemediği, duygu ve bilgi alışverişinde bulunmadığı için vahşileşiyor. Bu anlamda endişeliyim.
Siyaset?
- Benim alanım değil.
Ekranda sansürün artması sizi endişelendirmiyor mu?
- Endişeden öte... Daha özgür olunabilse ne güzel olur! Yurtdışındaki örnekleri hepimiz görüyoruz, keşke biz de öyle olabilsek. Bu kadar kısıtlanmanın üretimi baltaladığını düşünüyorum. Bu yüzden de sürekli birbirinin benzeri işler ortaya çıkıyor.
‘İkimizin Yerine’deki ‘Çiçek’ karakteri beyazperdede ilk başrolünüz. ABD’den çekimler için döndünüz. Film sizi hangi yönüyle çekti?
- Hikâyesine kendimi çok yakın hissettim. Kimsenin beni ikna etmesine gerek kalmadı zaten, bu filmi asla kaçıramazdım. Bir şey bana “Bunu yapman lazım” dedi ve atladım geldim. Onda benden çok şey var. Genel olarak anlatmak gerekirse ‘Çiçek’ kasabada yaşayan, sıkıcı hayatından kurtulmak isteyen ve mucize arayan bir kız. 18 yaşına girdiği gün pastasını üfleyerek bir dilek tutuyor ve aynı gün dershanesine gittiğinde sınıftan içeriye bir hoca giriyor. O hocayla birlikte bütün hayatı değişiyor.
O öğretmen de Nejat İşler... Daha önce birlikte Behzat Ç.’de oynamıştınız...
- Onunla çalışmak çok keyifli. Bana çok destek oldu. Zaten varlığı yeter. Nasıl yakışıyor sinemaya...
Filmde şarkı söylüyorsunuz. Daha önce ‘Medcezir’de de şarkı söylemiştiniz. Bergüzar Korel gibi yakında sizden de bir albüm gelir mi?
- Müziği hep çok sevdim ama oyunculuk kadar bağlı değilim. Oyunculukla ilgili önce tamamlandığımı hissetmeliyim. Belki sonra...
Sosyal medyada neredeyse her gün bir ünlü linç ediliyor. Mesela sizin Instagram’daki bir fotoğrafınıza binlerce yorum geliyor. Bu ‘klavye delikanlılığı’ sizi kızdırıyor mu?
- Okumamaya ve etkilenmemeye, işime konsantre olmaya çalışıyorum. Bazıları bir şey yazmış olmak için yazıyor. Sırf orada varlığını belli etmek için hakaret ediyor.
Sosyal medya Mevlana ve Şems’ten alıntı aşk sözleriyle yıkılıyor ama öbür taraftan herkes âşık olamadığından yakınıyor. Ne oldu da aşkı kaybettik?
- Yine sosyal medya. Her şey o kadar fast-food oldu ki. Hop elini tuttun, hop çıktın, hop ayrıldın! Bir arkadaşına mesaj atarken bile insanlar yazmaya üşenip emoji koyuyor artık. Dünya bana gittikçe uzaklaşıyor. Benim için kalp çarpıntısı ya da karşımdakinin elini tutmak değerli. Sadece mesaj yazmak yerine, sohbet etmek ve o sohbetler içinde kaybolmak anlamlı... İki insan birbirine iyi geliyorsa, birbirine gerçekten değer veriyorsa, iki taraf da kendi kişiliğini kaybetmeden ortak bir noktada keyif alabiliyorsa o zaman başka bir şeye ihtiyaç yok.
Filmde ‘Çiçek’ karakteri etrafındakilerin “Bu adam canını yakacak gitme” demesine kulak asmıyor, bildiğini okuyor. Siz canınızın yanacağını bile bile aşkın peşinden gider misiniz?
- Aşk varsa kontrol yoktur. Kapılıp gidersin... Sana acı mı, keyif mi veriyor, o anda algılamazsın.
Peki aşk size ne veriyor?
- Benim enerjim birken, onun enerjisiyle birleşince 100 oluyor. Bu, çok güçlü ve eşsiz bir şey.
Kerem Bürsin’le herkesin gıptayla baktığı bir aşk yaşıyorsunuz. Bu enerji romantizme yansıyor mu?
- Ben gizli romantiğim (Gülüyor)... Allah’tan Kerem de romantik Benim enerjim 1’ken, onun enerjisiyle birleşince 100 oluyor. Her şeyiyle gerçek biri.
İkiniz de oyuncusunuz. Evde sürekli proje, senaryo falan mı konuşuluyor?
- Yok öyle bir şey. İnsanız yahu! Sektörel şeyleri tabii konuşuyoruz ama genel olarak onunla her konuda konuşmak çok keyifli...
Nasıl vakit geçiriyorsunuz?
- Seyahat etmeyi çok seviyoruz. Dostlarımızla vakit geçiriyoruz. Film izliyoruz. Kerem’in film bilgisi benden daha kuvvetli. Bana kesin izlemem gereken filmleri önerir; bazen ikinci, üçüncü kez izler benimle. Gazetelerde set yakınlaşmalarıyla ilgili bol bol kıskançlık haberleri okuyoruz...
- Hangi yüzyılda yaşıyoruz Hakan! Olur mu öyle şey? İş ayrı, ilişki ayrı.
Evlilik planı?
- Daha çok erken. Ben evlilik insanı değilim. Şu an her şey yolunda.
Bir gün aynı projede yer almak ister misiniz?
- Bir film yapmayı çok isterim Kerem’le.
Pırasa ve kerevizin kokusuna bile tahammül edemem
Hayat mottosu: Asla pes etme. Gerçekten çok istersen başaramayacağın hiçbir şey yok.
Hakkında bilinen en büyük yanlış: Saçlarımın boyalı olduğu.
Şaşırtıcı ama gerçek: Pırasa ve kerevizin kokusuna bile tahammül edemem.
En büyük tutkusu: Oyunculuk... İkinci sırada müzik ve dans.
En sevdiği yönetmen: Bir Woody Allen filminde oynamayı çok isterdim. Ah beni bir keşfetse. Türk yönetmenlerden Nuri Bilge, Çağan Irmak, Ferzan Özpetek ve filmimin canım yönetmeni Umur
Turagay.
Sabahattin Ali, Orhan Pamuk okuyorum
Ne izliyor: ‘Stranger Things’e bayıldım. ‘Breaking Bad’i nasıl bu kadar geç keşfettim kızdım kendime. ‘Black Mirror’u çok beğeniyorum. ‘Narcos’a yeni başladık. İlk sezondayız. ‘Kingdom’ın yeni sezonunu bekliyoruz. Kerem boksla ilgili bir proje yapacağı için onun takip ettiği bir diziydi ama herhalde en çok ben müptelası oldum.
Ne okuyor: Sabahattin Ali, Orhan Pamuk, Hakan Günday, Buket Uzuner. En son ‘İçindeki Devi Uyandır’ı okudum.
Ne dinliyor: Son dönemde ‘Kalben’. Sesi beni çok etkiliyor.
Ne izlemekten sıkılmıyor: GORA.
Söyleşinin perde arkası: Tipik bir yengeç burcu
** Serenay Sarıkaya’yla cumartesi sabahın erken saatlerinde Levent’te buluşmak üzere sözleşiyoruz... Türkiye’nin son dönemdeki en güzel, en seksi ve yetenekli kadını... Onu uzun cümleler kurarken pek görmedim. “Acaba benim sorularıma da kısa cevaplar mı verir” diye düşünürken odaya bütün enerjisiyle dalıyor...
** Üzerinde polo yaka mini bir elbise, ayağında spor botlar var. Makyaj yapmamış. Sadece dudaklarında hafif bir nemlendirici var. Ona rağmen cildi “Mermer gibi” derler ya işte öyle... Pürüzsüz...
Kendimize dışarıdan kahve siparişi verip ofisteki büyük koltuğa gömülüyoruz. Saçları karşımızdaki büyük camlardan giren güneşle parıldıyor.
** Karşımda sanki Türkiye’nin starı değil de yıllardır tanıdığım bir arkadaşım gibi samimi... Sık sık kahkaha atıyor, duygusal şeylerden bahsederken gözleri doluyor zaten “İzlediğim bir reklam filmi bile beni ağlatabilir” diyor. Tipik yengeç burcu!
** “Hayatımda ne olduysa iyi ki olmuş ve bugün beni böyle yapmış” diyecek kadar net. Umur Turagay’ın yıllar sonra yönetmenliğe döndüğü filmi ‘İkimizin Yerine’den yola çıkarak hayat hikâyesine dalıyor ve aşka doğru yol alıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder