1 Kasım 2014 Cumartesi

“Her erkeğin kalbini kıran bir kadın vardır”

21 Kasım’da gösterime girecek “Karışık Kaset” filminde yıllara yayılan bir aşkla sevilen İrem’i canlandıran Özge Özpirinçci: “Her erkeğin hayatında kalbini kıran ve unutamadığı bir kadın vardır ya, işte ben oydum! Yani İrem”

Milliyet'ten Nazan Özcan'ın röportajı...

Özge Özpirinçci’yi “Veda” filminde Fikriye Hanım olarak gördüğümde nasıl da kafamda yarattığım Fikriye’ye benzediğini görüp hayretler içinde kalmıştım. Cuk oturmuştu. Duru bir güzellik, asalet ve kırılganlık. Tanışınca bunlardan fazlası olduğunu da anlıyorsunuz. Çok akıllı, çok düzgün, zeki, bilgili, duyarlı, çok komik ve eğlenceli... Yani arkadaşınız olsa, tadından yenmez! “Kavak Yelleri”, “Melekler Korusun”, “Ağır Roman”, “Deli Saraylı”, “Al Yazmalım”, “Tatar Ramazan” ve “Aramızda Kalsın”da televizyonda seyrettik. “Veda”, “Anadolu Kartalları” ve “Kayıp”la beyazperdeydi. Bu ay ise Uygar Şirin’in aynı isimli kitabından Tunç Şahin’in yönettiği “Karışık Kaset”le sinemaseverlerin karşısında olacak. Onun da karşısında Sarp Apak, Bülent Emin Yarar ve Sevinç Erbulak var.

  Filme romantik komedi diyebilir miyiz?

Aynen öyle. Uygar Şirin’in “Karışık Kaset” kitabı yumuşak, bir latte içmişin gibi insanın içini ısıtan ve damakta tat bırakan bir Kitap. Film de öyle oldu. Bazı filmler insanın suratına Tokat atar ya da yüreğini burkar ya, bu öyle değil. Birkaç sahne var, seyirci bana kızacak. Yani “Ah be kızım nasıl yaptın bunu” diyecekler ama ilerleyen sahnelerde anlayacaklar. Ama İrem göründüğü kadar da melek değil.

  Cadı mı?

Değil de bu filmde İrem ilişkinin erkeği, Ulaş ilişkinin kadını.

  Çekilmez bir ilişki türü gibi.

Çekilemediği için bu ilişki
20 yıla yayılıyor. İrem’in istediği Ulaş’ın “tut kolumdan çek götür beni” yapması ama... Yapmayınca da boğuluyor, bunalıyor. Günümüze de aynısı yok mu? Boşanmaların bu kadar artması, iyi eğitimli, kendini yetiştirmiş, birçok konuda bilgisi olan kadınların evlenecek erkek bulamaması bundan hep.

“Ben bildiğiniz sokak çocuğuydum”

  Film bir edebiyat uyarlaması ve edebiyat uyarlamaları hep risklidir.

Ben Harry Potter hayranıyım, İngilizce kitabı çıktığı gün, finallere bile girmeyerek okudum. Hep aklımda kitaptaki gibi olmayacak vardı. Üçüncü film “Harry Potter: Azkaban Tutsağı” benim favorimdir. Onu izleyip çıktığımda çok bozulmuştum, eleştirecek bir şey bulamadım diye. Tunç Şahin yönetmenliğe soyunduğunda herhalde bunu düşünmüştür. Çünkü kitabı okuyan herkesin farklı bir algısı oluyor.
Hatta aynı kitabı iki senelik aralıklarla okuyun, gene farklı şeyler hisseder
ve anlarsınız.

  Sizin karışık kasetiniz oldu mu?

86 doğumluyum. Dolayısıyla ben 90’larda 4-14 yaş aralığındaydım. Aslında müzik, film tarzı şeyleri hep abimden aldım. Çünkü abim 79 doğumlu ve müzikle sinemaya çok ilgiliydi. Abim bunları kendine doldururdu bir süzgeç gibi, ben de o süzgeçten akanları emerdim. Çünkü ben bildiğiniz sokak çocuğuydum.

  90’ların çocukluğu da aslında sokakta oynamaz mı?

Evet, galiba benden sonraki nesille sokakta oynama da bitti. Abimin karışık kasetleri vardı. En önemlileri Sezen Aksu miksler, sonra Madonna ve Michael Jackson’lı karışık kasetler. Ayrıca babamın da çok karışık kaseti vardı: Slow miks, hareketli miks, pazar sabahı miks gibi. Pazar sabahı dokuzda babam, Queen’in “Bohemian Rhapsody”sini sonuna kadar açar,
bas bas bağırarak söylerdi. Ama benim kaset dendiği zaman müzikten çok sinema kaseti olan VHS’ler gelir aklıma çünkü abim ve babam sinema manyağıydı. Evimizde yaklaşık
450-500 VHS kaset vardı, babam yurt dışına gidip geldiğinde hep getirirdi. Her geldiğinde o getirdiği VHS’ler numaralandırılır, kayıt edilirdi.

  Müzik kütüphanesi ya da sinematek gibi yani?

Evet, annemin bir arkadaşı geldi diyelim, birini ödünç alacak, hemen not alınır: Serap geldi, 452 ve 78’i aldı gibi. Annem kütüphane müdürü gibiydi. bugün de hepsi saklanıyor. Ben müzik olarak daha çok CD dönemine yetiştim. Çünkü 14 yaşından sonra adamakıllı müzik dinlemeye başladım. Filmde de 20 yıl gibi bir zaman dilimine yayılıyor. 20 yılda kasetten CD’ye, CD’den USB’ye geçtiğini görüyoruz.

“Çok hızlı yaşamayı seven ama kendi kaçış noktaları olan biriyim”

  Kitapta 90’lı yılların şarkılarını İrem söylüyordu, filmde siz mi söylediniz?

Hayır. Çünkü ben çok kötü şarkı söylerim. Sonuçta bu bir film ve insanlara eziyet etmeye hiç gerek yok. İlk senaryoyu okuduğumda da İrem şarkı söylemiyordu. Öyle örülmüştü hikaye. Burada İrem’le ilgili olarak kullandığımız şey, İrem’in ne kadar başına buyruk, ne istersem yaparım halleri. ‘90’lar için çok fazla bir kız.

  Fragmanda insan zamanla ana babasına benziyor deniyor. Siz?

Evet, çok doğru. Sen 25 yaşına kadar ananı babanı eleştir, anne böyle yapma, baba beni rezil etme de, sonra bir bakıyorsun aynı şeyleri yapıyorsun! Abim 17 senedir Amerika’da, ben oraya gidince annemle kalıyorum gibi hissediyorum. Sonra eve gidiyorum, bir şey yapıyorum dönüp kendime “ha şimdi çok annem oldum” diyorum. Ama ben daha çok babama benziyorum, harala gürele yaşayabilen, çok hızlı yaşamayı seven ama sonra kendi kaçış noktaları olan bir insanım. 90’larda benim bütün hafta sonlarım çiftlikte geçti, Gebze’de.

  Kitap Ulaş’ın gözünden yazılmış, film de bir erkek gözünden anlatılıyor. Nasıl dengelendi bu?

İrem’i filmde hep Ulaş’ın gördüğü gibi görüyoruz: Ulaş zaten İrem’i en başından itibaren öyle yüksek bir yere koymuş ki sadece her kalbini kırdığında İrem’i yerin dibine sokuyor. Düzgün bir kadın çıktı. Çünkü Tunç Şahin ve Sarp
Apak da benim yani kadının yanındaydı. Üçümüz oturup İrem burada çok haklı diye tartıştık hep. Ayrıca kadın-erkek değil de insan hikayesi bu. Hepimiz böyle şeyler yaşadık. İrem nasıl bir kadın derseniz, her erkeğin hayatında kalbini kıran ve unutamadığı bir kadın vardır ya,
işte ben oydum! Yani İrem.
“Duyan da ‘Nemfomanyak’ çektik zannedecek!”
  Filmle ilgili çıkan haberlerin en “acayip”i bize özgü: “Öpüşme sahnesi sosyal medyada ses getirdi.” Siz de sosyal medya toplum sayılır mı yazmışsınız.

Senaryoda sevişirler yazıyor. Tabii ki de sevişecekler, birbirine âşık iki genç. Ama önemli olan bunu yönetmenin nasıl gösterdiği. Ve Tunç Şahin bunu o kadar güzel çekti ki içim çok rahat. Ben bu cesarete sahibim ve yönetmenim bu cesareti en sinematografik şekilde kullanıyor, budur sinema. Fragman çıkıyor, izleyince gözlerin doluyor, sonra gazeteye bakıyorsun öpüştü, sevişti. Bir de bu benim özgeçmişimden çıkılarak yapılıyor.

  Nasıl?

Bilmemkimden ayrılan Özge Özpirinçci, gerçek hayatta şununla, beyazperde de şununla aşk yaşıyor. Bu ne arkadaşım! Beni de, filmimi de, o filmde çalışan ve emek harcayan yüzlerce kişiyi de rencide ediyorsun. Duyan da “Nemfomanyak” çektik zannedecek! Böyle şeyleri okuyunca, “yeter gideceğim bu ülkeden”, sonra da “hayır kalıp savaşacağım” diyorsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bunlarda İlginizi Çekebilir