8 Ocak 2017 Pazar

Ben Affleck: O hayatımın merkezi!

ABD’li oyuncu, yönetmen ve senaryo yazarı Ben Affleck, şu sıralar ülkesinde “Live by Night” filmiyle adından söz ettiriyor. Barbaros Tapan ünlü yıldızla Türkiye’de 3 Şubat’ta “Gecenin Kanunu” adıyla vizyona girecek filmi ve eski Hollywood’a duyduğu özlemi konuştu. 

İşte o röportaj…
“Live by Night” bir mafya filmi. Sinema tarihinde bu türün çok iyi örnekleri var. Sizi en çok etkileyen ya da size ilham veren filmler hangileri?
- Benim ilham kaynaklarım, bu türün ruhunu en iyi yansıtan, 1930 ve 40’lı yıllardaki Warner Bros. gangster filmleri. O yılların filmleri, belki de ilk defa izleyiciyi filmdeki başkahraman ile rahatsız bir ilişkiye soktu. Polisler, hesaplaşmalar, hırsızlıklar, ihanet, aşk... Mafya babası olan başkahraman doğru mu yapıyor, yanlış mı yapıyor... İzleyici bir türlü karar veremiyor ve bu benim çok hoşuma gidiyordu. Sonra 70’lerin gangster filmleri geldi ve onlar da ilham kaynaklarım oldu.
Eski filmleri özlüyorsunuz yani?

- Kesinlikle özlüyorum. Bu filmi yapmakla aslında klasik sinemaya özlemimi gösteriyorum. Bir aşk mektubu yazıyorum ve keşke daha fazlasını yapabilsem diye düşünüyorum.
Bu sizin yönetmenliğini üstlendiğiniz dördüncü film. Kendinizi yönetmen olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
- İlk üç filmimde çok şey öğrendim. Dördüncü filmim de o üç filmdeki deneyimin toplamı oldu. Artık yönetmen olarak kimliğimi buldum.
“Live by Night”ta rol alan Zoe Saldana, sizin harika bir yönetmen olduğunuzu söylüyor.
- Oyuncuların iyi performanslarında krediyi genelde biz yönetmenlere verirler. Aslında gerçek şu; zaten iyi oyuncuları seçiyorsun, onlara hareket serbestliği ve geniş alan veriyorsun, doğal olmalarını, içine kapanık olmamalarını sağlıyorsun ve gerisi geliyor. Zoe iyi bir oyuncu. Ben de oyuncuların bana sunmak istediklerine değer verdiğimi gösteriyorum, hepsi bu...

Son filminiz “Live by Night”ın yönetmenliğini ve başrolünü üstlenmekle kalmadınız, filmin senaryosunu da yazdınız. Bu kadar işin arasında senaryo yazmaya nasıl vakit buluyorsunuz?
- Komik ama normalde senaryo yazmıyorsam akşam 9’da yatıyorum ama sabah yine de kalkamıyorum. (Gülüyor) Beni tembel sınıfına koyabilirsin. Çünkü uykuyu çok seviyorum. Allah’tan çocuklar var da onların okullarından dolayı erken kalkmak zorunda kalıyorum. Senaryo yazmak için dünyanın kararmasını ve sakinleşmesini bekliyorum, sonra kendi kendime kalıp yazıyorum...
Bir yönetmen ve oyuncunun filme hazırlık süreci arasında ne gibi farklılıklar var?
- İkisinde de bildiğim tek şey, çok fazla araştırma yapmak gerektiği. İşin başka bir hilesi yok. Okuyabildiğin kadar oku, araştırabildiğin kadar araştır, doğruyu farklı yollardan bulmaya çalış. Benim filmlerimin başlangıç noktası bu.
Peki bir projeyi hem yönetmek hem de başrolünü oynamak zor değil mi?
- Bazen “Keşke sadece yönetseydim” diyorum. Çünkü senaryo ezberlemek, karaktere çalışmak, makyaj yaptırmak, kostüm giymek uzun saatler alıyor. O yüzden “Sadece yönetmeye odaklansaydım keşke” diyorum. Ama oyunculuğu da seviyorum, vazgeçemiyorum. (Gülüyor)
Eşiniz Jennifer Garner’la sıkıntılı bir dönem geçirdiniz. Önce boşanma kararı aldığınız, ardından ayrılık kararından vazgeçtiğiniz haberleri basına yansıdı. Garner’la ilgili bir şeyler söylemek ister misiniz?

- Hayatımın merkezine koyduğum kişi, çocuklarımın annesi Jennifer.
Bana kendimi şanslı ve kutsanmış hissettiriyor. Fevkalade özel, sıra dışı, aşk dolu, örnek alınacak bir kadın. Her geçen gün hayranlığımın, saygımın arttığı ve her zaman hayatımda en önemli kalacak kişi...
“Live by Night”ta hikaye 1920’li yıllarda geçiyor. O dönemin gangster kıyafetleriyle çekim yaparken kendinizi nasıl hissettiniz?
- Kostüm tasarımcımız Jacqueline West, Hollywood’un en iyilerinden. Her karakter için ayrı ayrı özenle çalışıp gardıroplar hazırladı. Bu filmdeki kıyafetler, şimdiye kadar bir filmde giydiğim en muhteşem kostümler. O zamanın şapkaları, ayakkabıları, çoraplar bütün detaylar harikaydı. Tabii kostümü giyince karakteri daha iyi hissediyorsun, bu bir gerçek.
Yönetmenliğini ve başrolünü üstlendiğiniz bir başka film de “Argo”ydu. “Argo”nun bir bölümünü İstanbul’da çekmiştiniz...
- Evet, İstanbul hâlâ benim favori şehrim...
“Argo” ile müthiş bir başarı elde ettiniz. 30’lu, 40’lı yılların klasik filmlerine âşıksınız. Peki, hangi türe daha çok yönelmeyi düşünüyorsunuz?
- Her türlü filmi yapmaya devam edeceğim. Bu filmdeki gibi klasikleri geri getireceğim ve başarılı olacağını göstereceğim. Aslında klasik hikayelere daha yakınım, bu tür hikayeleri anlatmak oyuncu ve yönetmen için ayrı bir şeref ama bu demek değil ki süper kahraman ya da bilimkurgu yapmayacağım. Her zaman yelpazemi geniş tutacağım, yaratıcılığımın baharında yapabileceğim her şeyi yapacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bunlarda İlginizi Çekebilir