Yüreği ve sesi ruhuna birkaç beden büyük gelen kadınların, belki de farkında olmadan, kendilerini ittikleri bir durum: Acı bağımlılığı. Trajedilerden, yaralardan bir kariyer parlatmak; sesini mutsuzlukla kavurmak. Acı yoksa bile ille de yaratmak.
Edith Piaf’ın küçükken yaşadığı geçici körlüğü, çocuk yaşta çocuk düşürmesi, fahişelerin kucağında büyümesi ne kadar gerçek ne kadar ‘süsleme’; yeni çıkan her filmi, kitabı sonrası tartışılır da durur.
Billie Holiday, muazzam kariyerine leke gibi düşen biyografisi ‘Lady Sing in the Blues’ ailesini ve çocukluğunu olduğundan daha ‘paramparça’ anlatmayı tercih eder. Zaman içinde birbiriyle çelişen demeçler, niyetini ele verir. Listeyi uzatmak mümkün: Nina Simone, Nancy Sinatra, hatta Whitney Houston ve belki de Amy Winehouse... Mutlu sofraların, aile fotoğraflarının kadını asla olmadılar. Belki de olmak istemediler.
Edith Piaf’ın küçükken yaşadığı geçici körlüğü, çocuk yaşta çocuk düşürmesi, fahişelerin kucağında büyümesi ne kadar gerçek ne kadar ‘süsleme’; yeni çıkan her filmi, kitabı sonrası tartışılır da durur.
Billie Holiday, muazzam kariyerine leke gibi düşen biyografisi ‘Lady Sing in the Blues’ ailesini ve çocukluğunu olduğundan daha ‘paramparça’ anlatmayı tercih eder. Zaman içinde birbiriyle çelişen demeçler, niyetini ele verir. Listeyi uzatmak mümkün: Nina Simone, Nancy Sinatra, hatta Whitney Houston ve belki de Amy Winehouse... Mutlu sofraların, aile fotoğraflarının kadını asla olmadılar. Belki de olmak istemediler.
Bu müzisyenlere bir ‘kimlik hırsızı’ sinsiliğinde yanaşan, trajedilerinden ilham alan bir isim çıktı pop sahnesine: Lana Del Rey. “Keşke ölmüş olsaydım. Böyle yaşamaya devam etmek istemiyorum” diyecek kadar tesir altında, Instagram’lanmış sesini/pozunu/bakışını bir ‘çok satan’ paketine dönüştürecek kadar
her şeyin farkında.
KARANLIĞI KEŞFEDİNCE
Metin yazarı babayla lise öğretmeni annenin kızı, CEO kartvizitli dedenin torunu Elizabeth Woolridge Grant olarak, Lana Del Rey’e dönüşmesi kolay olmadı. Baskıcı Katolik okul geçmişi, annesinin öğretmenlik, amcasının müdürlük yaptığı okullarda okuması, üstüne ‘belalı’ ilk aşk, süründüren ayrılık acısı derken istediği kıvama geldi. Tek eksiği vardı: Yaşanmışlık, sürünmüşlük.
Sonrasını bir GQ röportajında itiraf ediyor zaten:
18’inde, Brooklyn’in dip barlarında, ‘cool’ olduğunu düşündüğü için gece gündüz durmadan içtiğini, karanlık tarafını keşfetmesinden duyduğu heyecanı, dibe vurdukça daha da ürettiğini... Girdiği karanlıktan, ‘Video Games’, ‘Blue Jeans’, ‘Born to Die’, ‘Summertime Sadness’ gibi çok hüzünlü besteler, çok erotik sözler çıksa da aynaya bakınca mutlu olmadı. Alkolü bıraktı, temizlendi. Keşfettiği karanlıktansa vazgeçmedi. Belki de her şey kontrol edebildiği, zevk de aldığı bir oyun gibiydi. Her meseleden bir acı çıkarmak, her acıyı şarkıya dönüştürmek... Albüm kapağındaki pastel tona, kırmızı ruja, takma tırnağa, parlak gökyüzüne inat.
Niyetini asla kestireme- yeceğiniz kadınlardan. Karşısına çıkacak tüm kalpleri bir tırnak hareketiyle ezebilir. Ama üfleseniz dağılacak, dokunsanız kırılacak. Ne kadar güçlü o kadar kırılgan, ne kadar seksi o kadar masum... Anlaması, tartması sır
Baktı oluyor, bu kez daha ‘büyük’ oynamak için Black Keys’ten Dan Auderbach’ıyanına aldı, pazara yönelik ‘Ultraviolence’ı çıkardı. Yarım bir- iki hit dışında, ısırsa da acıtmayan bu albümden bir ders çıkardı: Odasına kapanmalı, yalnızlıktan üretmeli.
BİRKAÇ CESET VE BOL YARA İZİ
Baktı oluyor, bu kez daha ‘büyük’ oynamak için Black Keys’ten Dan Auderbach’ıyanına aldı, pazara yönelik ‘Ultraviolence’ı çıkardı. Yarım bir- iki hit dışında, ısırsa da acıtmayan bu albümden bir ders çıkardı: Odasına kapanmalı, yalnızlıktan üretmeli.
BİRKAÇ CESET VE BOL YARA İZİ
Aslında beklenen şöyle bir şeydi: Üzerindeki Instagram filtresi kalkacak, ruju dağılacak, dudağı akacak, tırnağı kırılacak ve maske düşecek. Fakat tam tersi, oldu: Kendini bile bile ittiği karanlıkta, yeniden dirildi. Üzerine diktiği poz, derisine dönüştü. Oynadığı karakter, kimliği oldu. İki gün evvel dolaşıma düşen yeni şarkıları sayesinde parodi gerçeğe, gerçek efsaneye dönüştü. Sesini fazla ‘poz’ bulan bile lafı nasıl kıvıracağını bilemedi, “Beş yıldız”, “Başyapıt” tweet’leri peş peşe düştü, müzik dergileri Rolling Stones ve Billboard’dan, TIME’a Guardian’a albüme dört yıldızdan aşağısı henüz çıkmadı.
Albümün etkisi ağır. Sizin dolaşmaya korktuğunuz kuytularda o hiç sakınmadan volta atıyor. Sizin kaçtığınız zehirleri, dikenleri, acıları o alıyor, oynuyor, besteye dönüştürüyor.
Evet, şimdi ‘Honeymoon’ (balayı) zamanı. Gözlerinizi kapatın, sesini iyice açın. Daha evvel gitmekten korktuğunuz, kimsenin sizi götürmeye cesaret edemediği bir yola çıkacaksınız; 30 saniye içinde David Lynch’vari bir ‘Kayıp Otoban’a ışınlanacaksınız. Yol karanlık. Sesler sinematik, görüntüler hipnotik. Yan koltukta Lana Del Rey var. Kırmızı tırnağı, saçlarınızın arasında. Beyin uyuşmuş. Onun deyişiyle balayına giden bir yol bu. ‘Honeymoon’ şarkılarını söylüyor kendi dilinde: “Sen benim dinimsin/ sen benim nasıl yaşadığımsın/ dua etme şeklimsin.”
Birkaç ceset, azap verici sevişme, suratta/kalpte yara iziyle döneceğiniz bir balayı bu. Yaklaşık 65 dakika 18 saniye sürecek karanlığın her tonunu hissedecek, mutsuzluktan mutlu olacaksınız. Üstelik Lana Del Rey, tüm bunları öyle estetik ve sofistike bir şekilde yapacak ki bağımlısına dönüşeceksiniz.
Ali Tufan Koç / Hürriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder